Anadolu'nun büyük bir bölümü yüksek düzeyde riskli deprem kuşağında yer alıyor

Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Yapı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayhan Nuhoğlu, “Anadolu coğrafyasının çok büyük bir bölümü yüksek düzeyde riskli deprem kuşağında yer almaktadır. Bunun anlamı nerede olursak olalım her an şiddetli bir depremle yüz yüze kalabiliriz demektir” dedi.

Anadolu'nun büyük bir bölümü yüksek düzeyde riskli deprem kuşağında yer alıyor
06 Şubat 2024 - 12:47
Kahramanmaraş merkezli ve 11 ili etkileyen ardışık iki depremin ardından tüm gücünü seferber ederek tek yürek olan Ege Üniversitesi, kan bağışı, ayni ve nakdi yardımlar, Tıp Fakültesi Hastanesinde yaralıların tedavilerinin yapılmasının yanı sıra, İzmir Valiliği, Sağlık Bakanlığı ve AFAD koordinasyonunda hem sağlık ekibi hem de yapılarda incelemelerde ve tespitlerde bulunmak üzere bilim ekibini bölgeye göndermişti.
Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği akademisyenlerinden oluşan bilim ekibi de deprem bölgesinde incelemelerde bulunmuştu.Deprem sonrasında da hizmetlerini sürdüren Ege Üniversitesi, afetten etkilenen çocuk ve erişkinlere yönelik psikolojik destek üniteleri, ağız ve diş bakımı poliklinikleri ile hizmetlerine devam etti.Rektör Prof. Dr. Necdet Budak, Türkiye'de şehirlerin başta deprem olmak üzere sel ve kuraklık gibi afetlere daha hazırlıklı hale getirilmesi için oluşturulan Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli içerisinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tensipleriyle Kentsel ve Kırsal Altyapı Kurulu Üyesi olarak seçildi.İçişleri Bakanlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile Ege Üniversitesi arasında imzalanan “Afet Farkındalık Eğitimi İş Birliği Protokolü” kapsamında akademisyen, idari personel ve öğrencilere  afet farkındalık eğitimi verilmeye devam ediliyor.

Asrın felaketi olarak anılan Kahramanmaraş merkezli depremlerin birinci yılında depreme yönelik açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Ayhan Nuhoğlu, “Anadolu’nun her bir köşesinde taş üstünde taş bırakmayan birçok yıkıcı depremin izlerini görmek mümkündür. Son yüzyılda meydana gelen 1939 Erzincan, 1999 Gölcük ve 11 kenttin barındığı geniş bir alanda ağır kayıplara neden olan 6 Şubat 2023 Pazarcık, Elbistan depremlerinde olduğu gibi.  Herhangi bir yayın ortamında ‘şu kentte deprem olabilir’ veya ‘şu fay kırılabilir’ konularında bir haberle karşılaşıyorsak hepsini doğru kabul edebiliriz. Çünkü Anadolu coğrafyasının çok büyük bir bölümü yüksek düzeyde riskli deprem kuşağında yer almaktadır. Bunun anlamı nerede olursak olalım her an şiddetli bir depremle yüz yüze kalabiliriz demektir. Yaşadığınız evin depreme dayanıklı olduğundan emin olsak bile, depreme nerede yakalanacağımızı bilememiz mümkün değildir. Belki işyerinde, seyahatte, otelde, herhangi bir toplantıda, ziyarette veya belki de alışverişte. Bu durum ayrıcalığı olmadan her vatandaşın ortak sorunudur. Bununla mücadele Devletin en üst kademesinden en ücradaki insanımıza kadar uzanan akıllıca planlanmış kollektif bir iş birliğini ve taşın altına eline koymayı zaruri kılmaktadır” dedi.
“Depreme karşı dirençli yapılar geliştirmeliyiz”
Ferdi veya toplumca kullanılan tüm yapıların depreme karşı dirençli olması gerektiğini ifade eden Doç. Dr. Nuhoğlu, “Esasen bu koşulu yerine getirmek, hele ki günümüzde sahip olduğumuz bilimsel ve teknolojik imkanlar göz önünde bulundurulduğunda, kesinlikle mümkündür ve yöntemleri bilinmektedir. Yapı mühendisliği açısından bakıldığında kolaylıkla üstesinden gelinebilecek bir konudur. Bunun dünyadaki örnekleri herkes tarafından bilinmektedir. Türkiye’de ise Toplu Konut İdaresinde (TOKİ) birçok ilde yaptırılmış olan binaların şiddetli Pazarcık ve Elbistan depremlerini ayakta kalarak atlatmış oldukları görülmüştür. ‘Binalarımız depremlerde neden yıkılıyorlar?’  sorusunun cevabı nettir. Çünkü halen kullanmakta olduğumuz birçok mevcut yapının şiddetli depremlere karşı yeterince dayanıklı olmadığı aşikardır. Mevcut bir yapının depreme karşı dayanıklı olup olmadığı hususu, o yapının üzerinde doğrudan uygulayabildiğimiz testler, ölçümler ve hesaplamalar ile anlaşılabilmektedir. Bahsedilen uygulamalar bir insanın sağlıklı olup olmadığını belirlemek için yapılan muayenelere, tahlillere, filmlere ve efor testlerine benzetilebilir. Bu konularda son yıllarda gerek dünyada ve gerekse ülkemizde gerçekleştirilen birçok akademik ve mühendislik çalışmalarda elde edilen sonuçlar bilinmektedir. Esasen yakın geçmişte meydana gelmiş olan şiddetli depremlerde oluşan yıkımlar ile bahsedilen teknik araştırma çalışmalarında elde edilen sonuçlar birbirleri ile uyum içerisindedir” diye konuştu.    

Doç. Dr. Nuhoğlu, “Ülkemizde özellikle 1998 yılından önce inşa edilmiş olan ve halen kullanmakta olduğumuz yapıların büyük bir çoğunluğunun şiddetli depremlere karşı yeterli düzeyde dayanıma sahip olmadıkları kesinlikle bilinmektedir. Bu durum kırsalda yer alan yapılar için de geçerlidir. Son 50 yılda Anadolu’nun birçok noktasında Gediz, Erzincan, Gölcük, Düzce, Van, Bingöl, Elazığ, İzmir gibi yıkıcı depremler meydana gelmiş ve büyük kayıplar verilmiştir. 6 Şubat 2023 depremlerinde bu gerçekle bir daha karşılaşılmış, geniş bir alanda çok ağır kayıplar ve acılar yaşanmıştır. Buna karşılık 1998 yılından sonra değişen standartlara göre tekniğine uygun olarak inşa edilmiş olan binalardaki yıkımlar çok daha düşük düzeylerde kalmıştır. Böyle bir durumda devletimiz ve milletimiz bir taraftan yıkılan kentlerimizi yeniden inşa etmeye çalışırken, diğer taraftan depreme dayanıklı olmayan mevcut binaları dönüştürmekle uğraşmak zorundadır. Mühendislere ve yüklenicilere düşen görev, üslendikleri işleri fen kurallarına ve yasal mevzuata göre titizlikle yerine getirmeleridir. Bu husus mesleki, insani ve vicdani açılardan da üst düzeyde önem verilmesi gereken bir sorumluluktur. Esasen bunu gerçekleştirmek oldukça basit ancak dikkat, takip ve sabır gerektiren bir görevdir” dedi.

“Bir yapının taşıyıcı sistemi büyük önem taşıyor”
Bir yapıda taşıyıcı sistemin önemine değinen Doç. Dr. Nuhoğlu, “Bir yapıyı elverişsiz yüklere karşı güvenle ayakta tutan temel ve onun üzerine oturan karkas veya iskelet olarak adlandırdığımız taşıyıcı sistemidir. Bir taşıyıcı sistemi güçlü yapmak sanıldığının aksine aşırı maliyet gerektiren imalat değildir. Örneğin betonarme bir konut binasında, temel ve taşıyıcı karkas sistemin maliyeti normal koşullarda bina maliyetinin yüzde 30-40‘ı mertebelerindedir. Taşıyıcı sistemi daha güçlü projelendirmenin ve inşa etmenin ek maliyeti olağan koşullarda karkas sistemin maliyetinin yaklaşık yüzde 20’si mertebelerinde olması beklenir. Böyle bir artışın bina maliyetine yansıması ise yüzde 10 değerini geçmeyecektir. Bu hesaba arsa bedelleri ve altyapı/çevre düzenlemesi uygulamaları da ilave edildiğinde binanın taşıyıcı sistemini daha güçlü inşa etmenin toplam maliyete yansıması çok daha düşük değerlerde kalacaktır. Dolayısıyla bir yapının taşıyıcı sistemini güçlü yapmanın maliyeti toplam maliyetin yanında ihmal edilebilir düzeylerdedir. Taşıyıcı sistemi sağlam imal etmenin esası ise hesabını, imalatını ve denetimini bu işleri bilen, eğitimini almış teknik elemanlar tarafından ciddiyetle ve sorumlulukla yapılmasıdır” dedi.        
“Barınılan binalar dayanaklılık açısından uzmanlara inceletilmeli”
Depremin yıkıcı etkilerine karşı önceden alınabilecek önlemler hakkında bilgi veren Doç. Dr. Nuhoğlu, “Anadolu coğrafyasında yaşayan insanların içinde yaşadıkları, kiralayacakları veya satın alacakları evlerin depreme dayanıklı olup olmadığını sorgulamak bunların başında gelmektedir. Halen kullandıkları binaları bu konularda uzman ve yetkili inşaat mühendislerine inceletmeleri can güvenliği açısından zaruridir. Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi’ kanunu depreme dayanıklı olmayan yapıların pratik bir prosedürle yıkılıp yeniden inşa edilmesine imkan tanımaktadır. Ancak bu konuda bir an önce sonuca gidebilmek için bina maliklerinin yapıcı bir yaklaşım sergilemeleri oldukça önemlidir. Bunun yanında depreme dayanıksız mevcut bir yapının, yapılan incelemeler sonucunda efektif olduğu değerlendiriliyorsa, taşıyıcı sisteminin güçlendirilmesi de göz önünde bulundurulabilecek bir seçenektir. Yapay zekanın yaygın olarak kullanılmaya başlandığı bu dijital çağda, riskli deprem kuşağında yer alan ve yakın gelecekte sık sık şiddetli depremlerle karşılaşacağı bilimsel verilerle sabit olan bu güzel Anadolu coğrafyasında, can güvenliği endişesi duymadan ve dramatik yıkımlara uğramadan yaşayabilmek haktır ve mümkündür. Bunun gereği bir an önce zaman kaybetmeden genel, yerel idarecilerin ve tüm vatandaşların ilgisi ve katkısı ile yapılmalıdır” dedi.
                Doç. Dr. Nuhoğlu, “Anadolu’nun batısında yer alan Ege Bölgesi de tamamıyla riskli deprem kuşağında yer almaktadır. Son olarak 30 Ekin 2020 tarihinde Kuşadası Körfezi Sisam Adası açıklarında meydana gelen şiddetli deprem kuş uçuşu yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta bulunan Bayraklı, Bornova Ovasında ağır kayıplara sebebiyet vermiştir. Deprem anında 10’dan fazla bina çökmüş ve birçok bina ağır hasar görmüştür. Hasarlı binaların yıkılıp yeniden inşa edilmesine dair çalışmalar devam etmektedir. Gerek kullanım halindeki mevcut yapıların  gerekse yeni inşa edilecek olan yapıların deprem davranışları ile ilgili teorik ve deneysel çalışmalar Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümümüzce Malzeme, Geoteknik ve Yapı Anabilim Dalları bünyesinde sürdürülmektedir. Bunun yanında 2020 Sisam depreminden etkilenen Bornova basenindeki binaların olası şiddetli depremlerde sergileyebileceği yapısal davranışları ve hasar görebilirliklerini inceleyen TUBİTAK merkezli proje kapsamındaki çok disiplinli çalışmalar devam etmektedir” dedi.         

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum